Bu Blogda Ara

24 Aralık 2020 Perşembe

KONUŞAMAMAK

            “O’nun rengi bakanlara huzur veren sarıdır…” (Bakara-69)

Üniversite ikinci sınıfta iken sınıfımıza yatay geçişle bir kız gelmişti. Tarif edilebilecek bir güzellik değildi. Saçları baldan bir şelale misali omuzlarından akıyordu. Gözlerinde hayatın sırrı/anlamı vardı. Elleri bademli kurabiye, tırnakları bonibon şekeri… (zaten sürekli tırnaklarını yerdi, yerinde olsam ben de yerdim). Yanakları Elegan bayram şekeri (sıksan vişne fışkıracak) gibiydi. Sınıftaki diğer kızlar onun yanında laboratuvardan kaçmış yarı organel, birer primitif canlı gibiydiler benim gözümde. Zaten bizimki sınıfa her girdiğinde diğer kızlar hasedinden tırnak uçlarını ısırıyorlardı (Allah kem gözlerden sakınsındı, nazarlardan korusundu, hasetçilerin şerri başlarına yıkılsındı… âmin). Bense onu her gördüğümde haşlanmış lahana gibi kendimi salıyordum. Eriyip gidiyordum, yok oluyordum. Gerçekten yok oluyordum, görünmüyordum, kız beni görmüyordu, göremiyordu.

Sanki bu dünyadan değildi hatta bu âlemden değildi. Belki de sınıfımızdaki bazı dinsizleri imana getirmek için cennetten sınıfımıza özellikle gönderilmişti, kim bilir…

“pekiyi, konuştun mu o kızla?”

Tabi ki hayır! O güzide bir ailenin, Türkiye’nin güzide bir kolejinden mezun olmuş bir tanecik kızıydı. Bense Anadolu’nun gerçekten var mı diye merak edilen bir ilinin varoş bir mahallesinde büyümüş biriydim. O’nun babası fabrikatördü. Benimse sabahları cebimden bozuk para araklayan bir babam vardı. Yani, benim o kıza bir şeyler teklif etmem, şarkıcı Hadise’nin Delioğlan parçasının türkücü Latif Doğan tarafından seslendirilmesi gibi abesti, gereksizdi…

Derslere konu olacak bir iletişim sorunu yaşıyordum adeta. Bırak kıza açılmayı, üç yıl boyunca kızla 1 (bir) kelime bile konuşmadım. Bir selam bile veremedim. Ne zaman günaydın diyecek olsam, büyük bir keramete şahitlik eden kocakarılar gibi ağzım açık, öylece mal gibi kalıyordum.

Günler, haftalar, aylar, yıllar derken üç yıl geçmişti ve ben hala kızla bir kelime bile konuşamamıştım. Okulun son günleriydi, son finallere giriyorduk. Kararlıydım, bir iki kelime de olsa bir şeyler konuşacaktım. “günaydın, selam, ne haber, nasıl gidiyor, sınav nasıldı…” mutlaka bir şeyler konuşacaktım. Konuşmalıydım yoksa içime dert olacaktı, gözüm açık gidecektim.

Planımı yaptım: yarınki sınavda bir şekilde arkasında, önünde, sağında veya solunda oturacak ve sınav esnasında silgi isteyecektim, kafama koymuştum. Eziklik yarışmasında verilecek tüm ödülleri toplamaya yemin etmiştim sanki. Yarın oldu, evet büyük gün! Planım kusursuz işliyordu, kızın önünü kapmıştım. Heyecandan kalbim deli gibi göğsümü yumrukluyordu. Sınav başladıktan bir süre sonra tam arkamı dönüp son darbeyi yapacaktım ki… Böyle şans olmaz olsun!

          Bilirsiniz, vize ve finallerde adettendir diye ne olur ne olmaz elimize bir şeyler yazarız, kopya mahiyetinde. Ben de sınavdan önce elime bir şeyler karalamıştım (b*k yiyeydim). Tam arkamı dönüp silgi isteyeceğim sırada gözetmen beni gördü, yani elimi gördü. Gözetmenle sınıftan çıktık. Silgi isteyemedim, yetmezmiş gibi bir de rezil oldum. Kızla konuşamayışıma mı yanayım, kopya skandalına mı, rezil oluşuma mı?


                                                                                            K. Andoni

                                                                                            Yer: N/A

                                                                                            Tarih: N/A